GELİNCİK TOPRAĞI
GELİNCİK TOPRAĞI
“Göğsümden önce beyaz bir çiçek açtığını, sonra koparak düştüğünü gördüm rüyamda. Uykuda gözlerimin şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldığını hissettim.” diye anlatıyordum heyecan içinde. “Hayırlara gelsin.” dediler. Bir yandan evi toparlıyordum mutfak şu koliye, yatak odası şu kutulara. Ayrıntının içinde kaybolup giderken gördüğüm rüyanın ne manaya geldiğini bilmiyordum. O zamana kadar hiçbir mucizeye tanık olmamanın bilmezliği, rahatlığı vardı üstümde. Mucizelere inanırım. Ancak bir mucizeyi yaşamak geri dönülmez bir sorumluluk yüklüyor insana: Ona inanma, artık o ne gerektiriyorsa o yoldan dönmeme sorumluluğu ve bir de acz.
İçimde baş parmağımın tırnağından küçük bir mucize ile iki gözü iki çeşmeydim. Öğrendiğim günün evveli koca koca kitaplıkları yeni taşındığımız evin salonunda bir o duvara bir bu duvara sürükleyip yerleştirmeye çalışıyordum. “Ya düştüyse onları taşırken?” diyordum. Mucizeler o kadar da kolay düşmezmiş ne bileyim kendimi boşa heba ettiğimi. Bir bebeğe doğduktan sonra bakmak da aslında o kadar zor değilmiş. O günlerde bilseydim nasıl bakacağım, nasıl büyüteceğim, nasıl güzel insan edeceğim diye diye yiyip tüketmezdim kendimi. Hayatta olduğumuz sürece tüm işler saat misali işleyip akıyor çünkü. Bilmiyordum, dedim ya üzerime bir acz yüklenmişti. Halbuki yeni eve taşındığımız ilk gün anlamıştım hayatın artık başka akacağını. İki yıldır açmayan, her baharı es geçen ve benim ektiğimi artık çoktan unutup dönüp hiç sulamadığım lale soğanları minik birkaç lale olmuşlardı tam da o gün. Daha çok gelinciğe benziyorlardı ama olsun. Armağanlarla karşıladı bu ev bizi demiştim, birkaç gün sonra aldığım bebeğimizin haberi gibi.
İlk günden hayaller kurmadım o günlerde, don biçmedim o doğmadan, ufacık bir şey dahi almadım, nasıl olur kime benzer demedim, sevinçten havalara da uçmadık ama çok şükretmeli olduğunun farkındaydık her daim, şükür dedik. Öyle ilk anda “yavrum, ciğerim” edilecek bir hadise değil analık, babalık. İçinizdekiyle beraber siz de olgunlaştıkça anlıyorsunuz bu hissiyatı ancak. Mesela ilk kez gördüğüm o siyah beyaz fotoğrafta, şurada şunun içerisinde yaşıyor dediklerinde... İlk kez kalp atışını dinlediğimde... Babasına nasıl atıyordu kalbi bir kere daha yapsana diye ısrar eder dururdum çocuklar gibi. O da güp güp, güp güp, güp güp ederdi gülerek sobanın üstünde kaynayan güğümün taklidini yapıyor gibi, gülüşürdük. Keşke bir videoya alsaydık dinlediğimizde, nasıl akıl edemedik, diye hayıflanmıştım. O bir dahaki gittiğimizde alırız mı demişti, bir dahakine alırız mı, şimdi hatırlayamıyorum. Ne çok isterdim her ayrıntıyı hatırlamak. Bilenler bunun nimet olduğunu söylüyor: unutmanın. Ben kendimi unuttuğum için neden hala ihanette sayıyorum bilmem. Zannımca iki hafta sonraydı tekrar gittik. Sıkı sıkıya tembihlediğim gibi eşim de benimle beraber muayene odasındaydı, ultrason cihazına odaklanmış, eli düğmeye basmaya hazır yeni video kaydında... Doktor sanırım her gittiğimizde aynı soruları soracak böyle, diye düşündüm: Kan bağınız var mı, geçirdiğiniz ciddi bir rahatsızlık var mı, kalıtsal bir hastalığınız var mı?...Hayır, yok, hayır, yok... Ben heyecanla o güğüm kaynamasını tekrar duyacağım diye iki yaşındaki örgülü kız telâşındayım. Daha bunun tekmesi olacaktı bazen acıtıyormuş diyorlar. İlk kıpırtıları olacaktı, balık gibi kayıyormuş karnında. Hele şu mide bulantılarım geçsin de diyordum, Mihmân’la daha keyifli günler göreceğiz. Mihmân koyduk adını, dünyaya niye geldiğini hiç unutmasın, gölgelenip gidecek bir misafir olduğunu bilsin diye.
Niye dinletmedi hala kalbini dedim bir an. İnsanlar felaketi hep böyle bir anda ve de hep son anda kavrıyorlar. Son anda fark ettiğiniz uçurumdan düşerken artık algılamanın çok geç oluşu gibi. Ben bunun bir uçurum olduğunu İbrahim'in bir anda ceset gibi yığılan kolundan anladım. Yukarıda hazır halde, bebeğimizin hayat dolu kalp atışlarını çekmek için bekleyen eli, onunla beraber ölmüş gibi aşağı düştüğünde... Yenilgiyi kabul edenler gibi. Hemen öyle pes etmemeliydi, niye bıraktı beklemeyi, dedim. Kızımızdan vaz mı geçtik? Nâfileydi, ben onun hiç isyan ettiğini görmemiştim ki, hemen nasip der, kabullenirdi. Yıllar geçti o görüntüyü hiç unutmadım. Doktor bana anlatmaya çalışıyordu, kabul etmemi bekliyordu. Kulağıma kesik kesik sesler geliyordu: Anomali...muhtemelen...oluyor böyle...gençsiniz... diyordu. Yarın aç karna gelin alalım, diyordu. Kan tahlili ister gibi, bebeğimi istiyordu benden. İçimde bedeni bütün halde duran, hiçbir noksanı olmayan can ama gel gör ki kalp atışı yoktu. Onca gün hayattayım diye bize ümit aşılayan bebeğimin o gözbebeğim kadar ya var ya yok kalbi... durmuştu... Yaşamaktan vazgeçmişti belki de ama neden?
Soğuk bir neşter ayırdı bizi sonra. Bir gelincik tarlası bulup gömmeliydim halbuki, onu bize vermediler. Onu bir kefene saramadık. Nasıl bir cümle Allah'ım! Bebekler de kefene mi sarılıyor, bilmiyordum. O güne dek ölen milyonlarca bebeğin annesi olup ağlıyordum; şimdiye dek ağlamadığıma da utanarak bir yandan. Hakikaten evlat yitirenler böyle mi hissediyormuş? Varlığına sevinmeyi yeterince bilemedik ama yokluğu bize varlığının ne kıymetli ne saadetli bir sevinç sebebi olduğunu öğretmişti. Gelincik kızım benim. Görünürde çok kolay oldu ama ruhuma anestezi vermiyorlardı. Onu benden ayırırken bir beyaz çiçek öylece kuruyup düştü göğsümden, gördüm.
İsimler mi kadere yol olur, yoksa kader mi isimleri çağırır bilemiyorum. Ama yine kızım olsa yine Mihmân diyeceğim adına, demiştim. Yansam da yakınsam da o bir gün gerçek evine nasılsa dönecek. Hepimiz gibi. Ama ne olurdu, keşke bilebilseydim kalbinin durduğu saati, dakikayı, saniyeyi. Geri döndüremezdim, hiçbir şekilde müdahale edemezdim ama bilirdim; sadece bilirdim. Çünkü belki de onun kalbi durduğu sırada; onun o fındık kalbi teklediği, eskisi gibi hızlı hızlı atamaz olduğu sırada; buğday kokulu kalbi ağırlaştığı, yardım istediği, soluk alamadığı, daraldığı sırada; onun gelincik gibi solgun kalbi “Orada bir annem var mı, ben ölüyorum.” dediği sırada ben yemek yiyordum, televizyon izliyordum, belki o yitip gittiğinde ben habersizce gülüyordum, ne acı!
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil