SANA GÖRE DEĞİLİM


            SANA GÖRE DEĞİLİM
   Eriklerin mevsiminde yetiştiği, çiçeklerinin vaktinde açtığı, tabiatın herkese adil olduğu o günlerde Ayhan Abi de gençti. Aysel’den ya da kaderinden demeliyim ilk cilveli silleyi yediğinde henüz bıyıkları yeni terlemişti. Damarlarında aşk kan gibi dolaşırdı, hani elinde son lokması olsa Aysel'e uzatıp yedirecek, ayazda tek hırkasını Aysel'e giydirecekti. Yokluğa Aysel'le vardı da; Aysel varlığa bile onunla yoktu. Keşke yalnız karşılıksız bıraksa idi Ayhan Abi'yi, daha yeğdi. Ama işte bazen en kötü karşılık, karşılıksız bırakmaktan iyidir diye avunuyor insan, ne tuhaf!
   Bir keresinde dünyanın bütün talihlerinin ondan yana olduğunu zannederek açılacaktı Aysel'e. Tam niyetlenmişti ki gönlünün kuyularında akseden o sesi ebediyen kuruttu zalim. Karlı bir günde soğuktan buruş buruş olmuş, fabrikada isten, mürekkepten kara çalınmış, ne kadar temiz olsa da lekeleri çıkmayan o ellerini gördü Aysel Ayhan Abi'nin:
   —Aaa, ellerin de ne çirkinmiş! Sabun diye bir şey var kuzum. Mantomu iki dakika tutar mısın diyecektim ama korkarım kirletirsin.
   O alaycı söz, gülüş yerine zehirli hançeri yeğlerdi insan böyle zamanlarda. Hiç unutmadım bu sözünü, dedi Ayhan Abi. Nasıl unutsun. Şairin “Aysel git başımdan ben sana göre değilim/ Hem kötüyüm, karanlığım, biraz çirkinim.” dediği böyle bir şeydi.
   O gün bugündür ellerine takmıştı. İşte, evde, ikisinin arasında uğradığı kahvede, ne zaman bir çeşme bulsa ellerini yıkar dururdu. Başka hiçbir şeyden yana sıkıntısı yoktu, yalnız elleri... Alnına yazılmış bir lekeyi çıkarırcasına , hayatının bedbahtlığını kazırcasına yılmadan hatta çoğu zaman çamaşır suyuyla ovduğu elleri... Hem takıntılı hem sabırlıydı. Çünkü obsesyon da sabır işidir tıpkı sevda çekmek gibi.
   Fabrikada da mütemadiyen ellerini yıkıyordu Ayhan Abi, ustabaşı dik dik bakar dururdu. Dolmuşta da şaşkınlıkla bakıyorlardı; ayakta kaldı mı mecburen tutunuyordu peçeteyle filan, ucundan kıyısından, hayata tutunduğu gibi. İlk durakta iniverecek gibi ama sesi çıkmıyor da “Müsait bir yerde!” demeye utanıyor gibi. Müsait bir yer hiç bulamadı. Bazıları kendine müsait bir yer bulamadan göçüp giderler dünyadan, sanki hiçbir hayata dahil olmaya layık değillerdir. Gönlünü Aysel'e, zihnini bu saçma sapan hastalığa kaptırmıştı işte; yeterince titiz, elleri yeterince temiz olursa Aysel onu seviverecekti sanki.
   Yıllar sonra, göğün kar olup döküldüğü bir günde ilk kez gördü onu. Artık erik ağaçlarının çiçekleri mevsiminden çok erken açar olmuştu ve Ayhan Abi'nin bıyıklarına birkaç beyaz tel gelip oturmuştu. Ellerinde yaralar, kuru ve soyulmuş bir deri... Aysel’le bizim pastanede buluştular uzun zaman sonra, acımasız bir denk gelişti. Aysel'i görünce masasına yöneldi hemen, dedim ki: “Abi, hiç elleşme az önce kocası buradaydı, tartıştılar bayağı. Aldatılmış diyorlardı doğruymuş, konuşurlarken duydum. Aysel bütün içini masaya döktü. Herif öyle pişkindi ki, sende bulamadığımı buldum, diyordu. Baba evine geri dönmüş bunca yıl sonra, her şeye rağmen üzülmedim desem yalan olur valla.”
   Ayhan Abi cevap vermedi, düşen bir çocuğu kaldırmaya gider gibi gitti yanına. Sessizce karşısına oturdu, ağlamaktan gözü göresi yoktu Aysel'in. Öyle ağlamıştı ki sanki bütün kibri soyunup akmış sandık gözyaşıyla beraber, rimelinin karası yüzüne akmıştı. Kafasını kaldırınca Ayhan Abi'nin ona uzattığı mendili gördü, bir de ellerini. Görebileceği en namuslu ellerdi o eller. Fakat bazı şeyler ne yaparsan yap değişmez. Masayı sertçe itip kalktı ve uzaklaştı Ayhan Abi'ye burnunun üstünden bakarak. Bir daha da nasibine böyle sıcak sevilmek düşmedi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GELİNCİK TOPRAĞI

MASKE KALKINCA

MİHMÂN'A