Bir Huzursuzluğun Romanı
Huzursuzluk
Kimliksiz bir adamın huzursuzluğundan bahsedeceğiz. Doğduğu topraklarla yüzleşen bir adamın hikayesi bu. Batılılaşmaya çalışan ama kendini ne Doğulu ne de Batılı olarak tanımlayan İbrahim. Arada sıkışıp kalmış yani kimliksiz olarak buluyoruz onu. Eski bir arkadaşının öldürülmesi haberiyle doğduğu yer Mardin’e giden bir gazeteci o. Hikaye böyle başlıyor.
Bir insan düşünün ruhsuz, manasız, sade cesetten ibaret olsaydı. Geçmiş veya gelecek tüm anıları, iradeleri yok olmaya mahkum olur idi. Bu halde bir gövdeye anlam kazandıran insan şuuru olduğu gibi bir coğrafyaya anlam kazandıran da milli şuurdur. Kahramanımız İbrahim’i bu şuurdan yoksun buluyoruz. Nihayet Ezidi bir kız sayesinde Şarklı olduğunu anımsıyor.
Ezidileri -telaffuz edildiği gibi Yezidilik değildir aslında- ve onlara dair çok şey öğreniyoruz kitaptan. Sevgili Livaneli okuduğum bir önceki kitabı Serenad gibi yine dolu dolu bilgi sunuyor bize. Tabi bunu bu kez romana daha güzel sindirdiğini görmek bana ayrı bir okuma hazzı katıyor. Ezidilerin acı dolu yaşamı inancı her ne olursa olsun insana ‘değer mi’ dedirtiyor? Değer mi tek bir masumun kanını dökmeye, değer mi onun bir damla gözyaşına? Bizim nazarımızda saçma görünen neye inanırsa inansın -belki bir marula- bir insanın hayatına son vermeye değer mi? İçimizden yükselen bir çığlık onlarınki de, acı çekmiş zulüm görmüş şu yeryüzü topraklarında her ne kadar insan varsa hepsinden olduğu gibi. İnsanlık ağacının kırılmış dalı her biri. Donuk suratlı, acıdan ve tecavüzden hissizleşmiş, ağlamayı dahi unutmuş kızlar... İnsanlığından yorulup huzura ermek için kendini Şengal Dağı’ndan sonsuzluğa bırakanlar... Hiç görmediği birine yardım etmek için can atan insanlar...hepsi var. “Ben bir insandım.” haykırışı ile bitiriyor yazar zulümden ölen her kahramanın sonunu.
Yine de biz Müslümanlar, biz çokça günah işleyen ama çokça affedilmeyi uman, biz daima ümit ve korku arasında duran Müslümanlar o kadar da yeis içinde durmasak diyorum be sevgili Livaneli! O kadar da uzak durmasak diyorum bizi yaratanın yardım elinden! Eserinin sonunda demişsin ki tanrıya “Yedinci güne gelindiğinde yapmakta olduğun işi bitirdin ve o gün dinlenmeye çekildin. Belki de yedinci gün hala sürüyor çünkü masumların, acı çekenlerin çığlıkları ulaşmıyor sana ve artık her şey güzel değil. “ Hayır böyle değil. Bizi iyilik ve kötülüklerimizle yaratan Allah ne iyiliklerimizi unutuyor ne de kötülüklerimize sandığın gibi göz yumuyor. Mevlana’dan senin de alıntı yaptığın gibi “Bir yer var iyilik ve kötülüğün ötesinde, seninle orada buluşacağız.”
Not: Eserin 147. Sayfasında garsondan kahve istiyorsun ama çay getiriyor. Gördün mü sevgili Livaneli senin gibi büyük bir yazar gözünden bazı şeyleri kaçırabilirken Tanrı benim gibi sıradan bir okuyucuya bunu atlamadan okutmakla meşgul oluyor!
Yorumlar
Yorum Gönder