SABAHAT YEMEZ
SABAHAT YEMEZ
Sabahat kocasının ölümünün ertesi günü adamcağızın neyi var neyi yok toplayıp her cumartesi evinin karşısında kurulan bit pazarına sattı ki bir çuval unla bir teneke yağın parası çıksın. Elinden gelse yağımı çıkarıp satarsın sen Sabahat Hanım, derdi rahmetli hep, dediği gibiydi. “Aman canım, ardından lokma olup fakir fukaraya dağıtılacak bunlar” diye yalandan içini rahatlattı. Hem ne olacaktı yani dur dur onca eşya, beli yanı tutmuyordu artık öyle her gün toz alacak temizlik yapacak; iyisi mi kalabalığı gitsin. Pazarda en çok parayı veren satıcının tezgahına yığdı hepsini, bir çuval un, bir teneke yağ parasını çıkarttı koydu cebine. Kafası rahatladı.
Ölümü bile para insanın ayol, ah Necati Bey, taktın masrafı bana gittin. Rahmetlinin ardından lokma döktürüp dağıttığı gün komşuları “Cimri Sabahat ablaya bak, pek etkilendi bu ölümden, çok değişti maşallah, nasıl hayrını yaptı ama kocasının. Helal olsun!” dediler.
İş bitince arayışa girdi huysuz Sabahat. Geçen hafta gözüne ilişen alt sokaktaki eve bakmaya gitti kiralık ilanı duruyor mu diye. Aklında bir iş vardı.
İyi bari, ilan camda asılı duruyordu: 1+1 kiralık, sahibinden. Ac gözlü emlakçılara para kaptırmayacaktı. “Hah çocuğum, siz misiniz sahibi? Kaça burası? Çokmuş... İn, in. Sevaba girersiniz oğlum. Daha bunun boya badanası var, hem taşınması, nakliyesi var...” Sahi ya onu hiç düşünmedi. Necati’nin geçen kış paltosunun cebinde unuttuğu emekli maaşından kalan yeter mi nakliyeye? Yetmez. Başka bir şey düşünmeli. Üç dedi, beş dedi, olduydu, olmadıydı tuttu evi. Sabahat'ın evi tutarken döktüğü dillere ev sahibi öyle acımıştı ki hele evi niçin tuttuğunu duyunca evi kendisi boyatacaktı, depozito hatta iki aylık kira da istemedi. Ama yetmezdi. İyilikten saymıyordu yine de bunu Sabahat, Kirâmen Katibin yazsa, o bir türlü yazmıyordu iyiliği iyilikten. “Ayak üstü adam kazıklayacaklardı güpegündüz az daha, ben yer miyim, ne de olsa Sabahat Yemez benim adım!”
Dönüşte, asansör kullanmadığını bahane ederek hır gür çıkarıp aidatını vermediği dairenin kapısını açmaya uğraşırken karşı komşusu Nazif Bey'le karşılaştı. Pek yardımseverdi bu Nazif. Her sıkıntısında koşardı Sabahat'la Necati’ye. Lakin pek de laf işitmişliği vardı karşılığında. “Eline sağlık Nazif Bey sağlam oldu musluk; e o kadar para verdirip cillop gibi yeni musluğu aldırttın bize, sağlam olmayacaktı da ne yapacaktı... İyi oldu Nazif Bey ısınır şimdi değil mi, kaloriferler de hava yapıyormuş demek, bizim Necati anlamaz hiç; ama her yer de ıslandı canım işin yoksa halıyı yıkamaya ver şimdi; neyse vereceğiz tabi n'apalım vermeyip, sen yaptın elinden geleni.”
Nazif alışmıştı Sabahat'in patavatsızlığına. Bu kısa apartman girişi karşılaşmasında iyilikle dolu bir söz beklemiyordu ondan Allah biliyor. Fakat bütün sevecenliğiyle takma dişlerini göstere göstere gülümsedi bu kez Sabahat. “Nazif Beyciğim şimdi düşünürdüm bizim komşulardan kim vardır şöyle yüce gönüllü, iyilikperver, derken Allah seni çıkardı karşıma işte bak. Ben hep derim Nazif Bey olmasa yıkılır şu yandığımın binası. İnsanlık kalmamış. Şu aşağı mahallede fakireler buldum; iki kız var yetim, bir de hasta anaları. Babaları vicdansız bunları kapı önüne koymuş. Ev tuttum bugün onlara, ay övünmek için anlatmıyorum sakın aklına bir şey gelmesin, bir döşemesi kaldı. Diyeceğim şu ki, benim birkaç eşyayı bu yavrucaklara versem. Nasılsa Necati amcan göçtü neyime benim fazla çekyatı, masası, televizyonu. Sen şu kamyonetinle bir ara eve atabilsen diyorum Nazif Beyciğim, pek büyük sevaba girerdin.” Reddedemedi tabii Nazif, kabul etti. Ben taşırım bizim oğlanla, bile dedi. “Oh, oh maşallah, hay çok yaşa, Allah hayrını kabul etsin komşum.” Yıllar evvel Necati duvağını kaldırıp koluna bilezikleri taktığında da böyle ışıldamıştı gözleri Sabahat’in. O günden bu yana bir şey değişmedi, ne vakit paradan yana bir çıkarı tamam olsa yeni gelin gibi gözleri parıldar.
Nazif iki yetimle hasta bir kadına iyilik yapıyor olmanın ferahıyla yükledi Sabahat'in evindeki fazlalıkları kamyonetine. Yaşlı cimrinin kendine yaşayacak çok az eşya bırakmasına şaşmadı değil. Herhalde ölüm iyiliği gelip yerleşti Necati Amca’nın arkasından diye düşündü. Oğlu bir omuz, kendi bir omuz taşıyıverdiler garipler için tutulan eve. Dualarla, Allah razı olsun’larla bu iş de tamamdı: “Şu masanın etrafı hafiften dökülmüş ama olsun Nazif Bey olacak tabi o kadar, ellerine sağlık vallahi sevinecek garibanlar.”
Sabahat ertesi sabah, gün ışıyınca kıyafetlerini bir küçük valiz yaptıktan sonra kapıyı çekip kimseye görünmeden çıktı eski evden. Kalan eşyaları bit pazarından bir esnafla anlaştı ona sattı, yerine bir çuval patates parası çıktı yine. Eh Necati, nakliyeyi de kapattık çok şükür. Paramız cebimize kaldı. Bak bu yeni kiraladığım ev. Üç odaya fazladan kira vermeyeceğiz artık. Eğer ben terki diyar edip sen kalmış olsaydın arkaya, bir kadın getirirdin o koca evi doldurmak için. Yer savururdun homini gırtlak! Bakma bana öyle Necati, satarım resmini de pazara görürsün. Sahi bunun çerçevesi epey para eder gibi, cumartesi götüreyim bir baktırayım değeri nedir. Ben seni yastığımın altında da saklarım Necatim, dedikten hemen sonra çerçevenin arkasını açan Sabahat fotoğrafın arkasına yazılmış birkaç satır gördü. Karınca duası gibi bir yazıydı. Yıllardır evinin salonunda sessiz sessiz duran bu fotoğraf belli ki birinden geri dönmüştü. Sabahat okuyunca beyninden bir kurşun yedi, Necati'nin sıktığı ilk ve tek kurşunuydu.
Haticem,
Zorla nişanlamış baban seni, duydum. Anamın bana yokluğumda zorla istediği nursuz Sabahat gibi. Gurbetlik zor idi, daha da zorlaştı. Sen iyisi mi beni unut. Ben dünya yansa unutmam seni. Elden bir şey gelmez lakin. Sevdayı pazara çıkarmış herkes, bit pazarına. Varsın onların olsun üç kuruş, ben seni mahşerde beklerim sevdiğim, senin için erken öleceğim.
“Sabahat Yemez’im ben diyorsun bir de! Yemişsin bunca sene!”
Yorumlar
Yorum Gönder