Kayıtlar

GELİNCİK TOPRAĞI

                               GELİNCİK TOPRAĞI     “Göğsümden önce beyaz bir çiçek açtığını, sonra koparak düştüğünü gördüm rüyamda. Uykuda gözlerimin şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldığını hissettim.” diye anlatıyordum heyecan içinde. “Hayırlara gelsin.” dediler. Bir yandan evi toparlıyordum mutfak şu koliye, yatak odası şu kutulara. Ayrıntının içinde kaybolup giderken gördüğüm rüyanın ne manaya geldiğini bilmiyordum. O zamana kadar hiçbir mucizeye tanık olmamanın bilmezliği, rahatlığı vardı üstümde. Mucizelere inanırım. Ancak bir mucizeyi yaşamak geri dönülmez bir sorumluluk yüklüyor insana: Ona inanma, artık o ne gerektiriyorsa o yoldan dönmeme sorumluluğu ve bir de acz.     İçimde baş parmağımın tırnağından küçük bir mucize ile iki gözü iki çeşmeydim. Öğrendiğim günün evveli koca koca kitaplıkları yeni taşındığımız evin salonunda bir o duvara bir bu duvara sürükleyip yerleştirmeye çal...

SANA GÖRE DEĞİLİM

            SANA GÖRE DEĞİLİM    Eriklerin mevsiminde yetiştiği, çiçeklerinin vaktinde açtığı, tabiatın herkese adil olduğu o günlerde Ayhan Abi de gençti. Aysel’den ya da kaderinden demeliyim ilk cilveli silleyi yediğinde henüz bıyıkları yeni terlemişti. Damarlarında aşk kan gibi dolaşırdı, hani elinde son lokması olsa Aysel'e uzatıp yedirecek, ayazda tek hırkasını Aysel'e giydirecekti. Yokluğa Aysel'le vardı da; Aysel varlığa bile onunla yoktu. Keşke yalnız karşılıksız bıraksa idi Ayhan Abi'yi, daha yeğdi. Ama işte bazen en kötü karşılık, karşılıksız bırakmaktan iyidir diye avunuyor insan, ne tuhaf!    Bir keresinde dünyanın bütün talihlerinin ondan yana olduğunu zannederek açılacaktı Aysel'e. Tam niyetlenmişti ki gönlünün kuyularında akseden o sesi ebediyen kuruttu zalim. Karlı bir günde soğuktan buruş buruş olmuş, fabrikada isten, mürekkepten kara çalınmış, ne kadar temiz olsa da lekeleri çıkmayan o ellerini gördü Aysel Ayhan Abi'nin...

TAHTA MASA

    TAHTA MASA     Eğer bir dosta sahipseniz hayatınız güzelleşir, eğer unutulmayacak bir dosta sahipseniz gerçek bir hayatınız var demektir. Üniversite yıllarında tanışan iki kızdan bahsediyorum. Hayatlarının ilk gençliklerinde... Her gün pek çok kabiliyetle birlikte ayakta otobüs yolculuğu yapan, mecburiyetleri kaderleri olmuş gençlerdik. Ankara'da okumayı mutlaka bir fikri kavga haline getirme, hiç değilse aşık olma bellemiştik. Kapıdan içeri kavgalarımız ve aşklarımızla giriyorduk. O genelde aşkıyla kavga etmeyi seçiyordu. Sık sık “Ayrıldık, kurtuldum bu kez ondan, bitti kesinlikle.” diyordu. Kesinlikle’leri kör bir bıçak gibiydi, asla işe yaramazdı. İçinde merhametten dokunmuş bir koca ağ gizliyordu çünkü. Bu yüzden hep merhametinden vuruluyordu.      Başımıza ne gelirse gelsin günün sonunda mutlaka gülüyorduk yine. Bir tahta masanın etrafında yontulan kahkahalarımız vardı. Tıkalı mutfak lavabosuna çarpardı orda kahkahalarımız, yüksek gelmesin fat...

SABAHAT YEMEZ

                    SABAHAT YEMEZ     Sabahat kocasının ölümünün ertesi günü adamcağızın neyi var neyi yok toplayıp her cumartesi evinin karşısında kurulan bit pazarına sattı ki bir çuval unla bir teneke yağın parası çıksın. Elinden gelse yağımı çıkarıp satarsın sen Sabahat Hanım, derdi rahmetli hep, dediği gibiydi. “Aman canım, ardından lokma olup fakir fukaraya dağıtılacak bunlar” diye yalandan içini rahatlattı. Hem ne olacaktı yani dur dur onca eşya, beli yanı tutmuyordu artık öyle her gün toz alacak temizlik yapacak; iyisi mi kalabalığı gitsin. Pazarda en çok parayı veren satıcının tezgahına yığdı hepsini, bir çuval un, bir teneke yağ parasını çıkarttı koydu cebine. Kafası rahatladı.     Ölümü bile para insanın ayol, ah Necati Bey, taktın masrafı bana gittin. Rahmetlinin ardından lokma döktürüp dağıttığı gün komşuları “Cimri Sabahat ablaya bak, pek etkilendi bu ölümden, çok değişti maşallah, nasıl hayrını yaptı am...

BAHAR NİNNİSİ

   BAHAR NİNNİSİ    Anneler çocuklarının küçülen kıyafetlerine bile bakıp ağlarlar. Uyurken katladıkları temiz kıyafetlerini ya da sepete attıkları kirlilerini de koklayıp ağlarlar. Ya da ben tüm anneleri aynı zannediyorum. Bir gün Nagihan demişti ki "Canım, sen bu çocuğun kıyafetlerini neyle yıkıyorsun Allah aşkına? Öyle güzel kokuyor ki.. Eğer Rabbim bana da bir bebek nasip ederse markasını isteyeceğim senden." O gün o lafıyla göğsüme bir bıçak sapladığının farkında değildi. Belki hayatımda ilk kez birinin derdi için o kadar sahici ağladım. Bebeği olmuyordu, henüz nasibi değildi mi demeliyim, bilmiyorum. Kaderden bahsederken kelimeleri iyi seçmek gerekiyor. Bunu epeyce deneyimledim.         Bazı günler fabrikada makinelerin arasında gürül gürül ağlıyordu Nagihan. Şöyle biri gelmiş de okkalı bir küfür basmış gibi buna. Susturamıyordum, patronlar çıkışını verin yollayın şunu diyordu ikide bir, araya girip ikna etmek için uğraşıyorduk biz. Ama...

MİHMÂN'A

Senin ipek tülden kirpiklerin Evimin perdeleridir a kızım, Şafakla açar şehrin ışıklarını görürüm. Senin ipek tülden kirpiklerin Açınca bulutlara değiverecek derim Açınca içinden bir uçurtma yükselecek Ben varacağı semâyı görürüm. Gözlerinin karasını kaynatırım a kızım, Kara suyunu süzerim elekte Boncuğunu kirpiğine dizerim Mücevher zaten neme gerek de Senin şu ipek tülden kirpiklerin Kirpiğinden öperim.

MASKE KALKINCA

                           MASKE KALKINCA        Pandeminin kara hummalı elleri bir gün üzerimizden çekilip normale döndüğümüzde maske takmaktan kurtulacağız. O gün bir şey daha değişecek: ağız ve burunlarımız.        Pandemi ortasında tanıştığım insanların çoğunun ağzını ve burnunu hiç görmedim. Maskeli tanıdım onları ve hep maskeli gördüm. Maskenin altından hayali bir ağız ve burun yakıştırdım onlara. Alın yapılarından, gözlerinin büyüklüğünden, hatta seslerinin nahifliği veya gürlüklerinden... Hah dedim, şöyle çocuk gözlerinin altına minicik hokka bir burun iyi durur diye kondurdum, kibar bir ağızla kibar bir tebessüm çizdim. Bazen aksine geniş bir alın, keskin bir görünüm veren şakaklarla ciddi bakışlı gözlerin altına yine aynı ciddiyete sahip burun yerleştiriverdim. Dudaklarsa asla küçük olmamalı dedim.        Bütün tahayyüllerimle günlerce nasıl güldükl...